21.yy Da Metropol Kent Algısı

21.yy Da Metropol Kent Algısı

İnsanların arz ve talebine karşı koyamayan üreticiler daha da üzerine çıkıp bilumum vergi avantajı fırsatlarından da yararlanmak için elinden geleni ardına koymuyor. Geri dönüştürdüğü kentlerin içerisine devasa binalar dikmeye bu binaların yanına alışveriş merkezi kondurmaya yanlarından birde ulaşım araçları geçirmeye bayılıyorlar biliyorsunuz..

Herkes ekmek yesin yeşilimiz yok olsun metropol daha fazla metropol derken bir yirmi yıl sonra nerede nefes alacağımız merak konusu. Son dönemlerde metropolleşen sanayisi turizmi kendi bünyesinde ayrı bir algı kazanan Bursa var İstanbul ile Bursa mesafesi 4 saatten 2 ye düşünce Biraz da çılgın sürücü iseniz 1 saat içerisinde oraya ulaşmanız mümkün neredeyse ödül gibi öyle değil mi ?

Önceleri Kafa dinlemek için hafta sonu kaçağı olarak tercih yerlerimin en başında gelen kent şimdilerde tam bir fiyasko gerçi yinede vazgeçemiyorum Kışın Uludağ’dan, İnegöl’ün Oylatından yazın ise serin kasabalarının mis gibi ege kıyılarından vazgeçemesem de kızmıyor değilim işte…

İstanbul un en işlek semtlerinden birinde büyüdüğüm için sanırım gürültü kafam kaldırmıyor Malum Bakırköy’ü bilenleriniz vardır hep kalabalık caddeler yıllar içinde alışveriş mağazalarının artması ulaşımın yaygınlaşması ülkeye giriş yapan yabancı sayısını da hesaba katarsak bu aralar Türk görmek nerede ise imkansız.

Kaçacak yer arıyor nedensiz insan büyüdüğün yerde olsa nefes alabileceğin farklı bir alan farklı insanlar arayışlara giriyor işte bu anlamda sevdiğin yerlerin de yıkılıp yok olması gerçekten acı verici.. Mezuniyetimi hatırlıyorum özgürlüğümün simgesi sanki elimdeki diploma öyle bir sarılıp eve gelmiştim bavulumu hazırlayıp kendimi egenin serin sularına atmak için nasıl da heyecanlanıyordum o yıl tanışacaktım ben ege ile mis kokulu zeytin yapraklarının arasından körfezin tuzlu suyuna bırakacaktım. Nereden bilir insan bu denli bağlanacağını Ayvalık Bursa dan sonra ki uğrak noktamdı  merak içindeydim kimselerin daha keşfedemediği adeta bir inci gibi parlıyordu dokunulmamış denizi çarşaf gibi cayır cayır yakan güneşi Buram buram kokan havası dünyanın 8. harikası dediler buraya oksijenin en çok bulunduğu Türkiye’nin nadide şaheserleri arasındaymış.

Oksijen hani şu gün geçtikçe hızla yok olan değerimiz hani nefes almamızı sağlayan ciğerlere gerekli olan oksijenden bahsediyorum. Ne yazık ki kaybediyoruz metropol elitlik algısı modern yaşamak için biz tüm oksijen kaynaklarımızı ağaçlarımızı yeşil alanlarımızı kaybediyoruz.

Betonerme binalar sırtımıza yük geleceğimize engel bunu anlamamak için cahil ve eğitimsiz olmak gerekir ki günümüzde eğitim seviyesi oldukça yüksek bu ve bunun gibi olaylara sebep tamamen pahalı yaşam algısı ve en iyi lüks yaşama sahip  olma arzusudur.

Çocukluğumda Ankara da yaşayan halamları ziyarete giderdik sık sık Cebecide ki o dar sokaklarda gece yarılarına kadar kan ter içinde oynadığımız zamanları hatırladıkça içim hala kıpır kıpır olur binaların katı en fazla 3 ailieler kapı önlerinde sokaklar cıvıl cıvıl insanlar mutlu herkes birbirine güveniyor ve en önemlisi kenetlenme sahiplenme var yaz tatillerinde giderdik uzaktan geldiğimiz için hemen hemen tüm mahalle halamın evine toplanır hoşgeldiniz ziyareti yaparlardı çaylar kahveler içilir annemler kendi aralarında sohbet eder bizde hemen kaynaşıp arkadaş olur zamanın nasıl aktığını bile anlamazdık.

Şimdilerde çocukları bırakın kapının önüne göndermeyi karşı komşudan bir yumurta bile istemeye göndermiyoruz öyle değil mi? Güvensizlik aldı başını gidiyor çocuklar mutsuz akıllı telefon tablet ve bilgisayarlara mahkum sosyallikten uzak arkadaşlık algıları ise değişken uzun lafın kısası halimiz içler acısı…

Sadece Türkiye değil Uluslararası durumlar maalesef aynı Ülkeler de gittikçe şehircilik sorunlarının, bütün dünyayı etkilediğini gösteriyor. Büyük şehirlerde toplumun istek ve ihtiyacını karşılamak için, doğanın dengesine verdiği zararlar da oldukça büyük Her gün milyonlarca araç şehirlerin etrafındaki yollarda ilerlerken, devasa binalar gereken iklimi sağlamak için bir ısıtılıp bir soğutuluyor. Dünyanın bir ucundan diğer tarafına yiyecek ürünleri taşınıyor. Gelişmiş toplumlarda tüm enerji kaynaklarının %50’si binalar ve %25’i ulaşım için harcanıp yok ediliyor. bundan dolayı kentlerdeki ufacık bir artış bile tüm dünyanın dengesini derinden etkiliyor. Günümüzde yeni nesil şehir planlayıcıları liderleri bu sorunlara cevap aramak için çalışmalarına tüm hızı ile devam etmektedirler. Avrupa’daki pek çok belediye kendi şehirci kurallarını uygulamaya koymaktadır. Tüm dünyada şehirci liderler olağan bir hızla güçleniyor Amerika’daki metropolitan yönetici topluluğundan Çin’deki her renk insandan personelleri bir arada toplayan  fabrikalara kadar, insanlar arasındaki ayrımcılığı çözmeye çalışıyorlar. Şehirci ihtilalleri arasında en göze çarpanı Güney Amerika kıtası. Aksi takdirde makro-ekonomi ve sosyal eşitsizlik sorunlarıyla bölünen Güney Amerika ülkeleri arasında Bogota, Brezilya eşitlikçi bir şehirleşmeyle dikkatleri üzerine topluyor. Yakın geçmişte araba trafiğinin arap saçına döndüğü, şiddet ve iç göçle sarsılan bu şehir, günümüzde yeni reformlarla sakin ve düzenli, Latin Amerikan kültürüyle gurur duyan bir metropole dönüşmeyi başardı.

Hızla yükselen Dünya nüfusunda da durum malesef aynı durum içler acısı kimisinin yüzünü güldüren bu sistem kimileri için de içler acısı yaklaşık bir 10 yıl sonra çimlerde koşup oynayan çocukları göremeyeceğiz ailece zaman geçirmeye gittiğimiz mesire alanları yok olacak her yer taşıt her yer ulaşım araçları ile dolup taşacak dış ülkelerden daha çok insan alımı yapacağız kentleşme ile birlikte hayat daha da pahalı bir hal alacak ve insanların gözü para kazanma hırsından başka bir şey görmüyor olacak düşünsenize sadece nefes almak için yaşayacak hiç bir sosyal aktivite bulamayacaksınız. Çocuklarınız idiotlaşacak ve onların bu haline siz yalnızca seyirci kalacaksınız gezip görebileceğimiz tarihi alanlarımız bile kaybolacak belki değerlerimiz yok olacak İnsanlar kazanmak daha çok harcamak daha çok yaşamak için birbirlerini ezecekler ve biz sadece seyirci olacağız.

Yazarken bile anlamsızca bir kaç yüzyıl sonrayı düşünmeden edemiyor insan belki bizler göremeyeceğiz ama neslimiz neler yaşayıp neler geçirecek onlar da belki tarih yazacaklar ama uzak mekikleriyle oksijen aradıkları bir dünya da bu tezgah döndükçe insanlar boyun eğmeye kabullenmeye bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı ile tüm değerlerimiz ellerimizin arasından yitip gidecek.

İstanbul yaşadığım kent tarih taşı toprağı altın geçirdiği onca dönüşümden ve yaptığım araştırmaların birinde karşıma çıkan bir makaleden kesit paylaşacağım düşüncelerimi neler yapılmak istendiğini daha iyi anlamama yardımcı olan yazı şöyle “Avrupalı olmak ve modernleşme isteğiyle güdümlenen İstanbul, doğasına karşı bir mücadele veriyor. Yapılan her estetik ameliyatla daha da deforme olan bu şehir, onu Avrupa ile bütünleştirme çabasına katılmış olan uluslararası eksperleri korkutuyor. Pek çok kimliğini yitiren şehirde gözlemlediği gibi İstanbul’da da ağız dolusu şiddet içeren ağır tepkiler, kaybolan cenneti geri getirmeye uğraşıyor. Yanlış anlaşmalara son vermek ve ileriye yönelmek için en önemli unsur İstanbul içindeki farklı dünyaları birbiriyle tanıştırmak”

Şehrimizi rahat bizi bize bıraksalar her şey çok güzel olacak İnsanlar huzur içinde yaşayıp güle oynaya bir yaşam sürecek zenginlik fakirlik eşitsizlik kavramı belkide olmayacak.

Elit yaşam modeli uğruna gelir gider kavgaları karmaşalar aileler arası çatışmalar yaşanmayan tertemiz bir dünya düşlediğim keşke diyor insan bazen keşke yaşanabilir bir dünya oluşturmak için el ele.

shifir